Musa Kayra – Destek Hizmetleri Projesi
Hafta Sonu Tatili
Perşembe’yi cumaya bağlayan yıldızlı sıcak bir yaz akşamının yatsı vaktiydi. Siirt il merkezinde lise son sınıfında yatılı yurtta okuyan öğrenciler, yatağa girmeden önce dişlerini fırçalamak için lavabolara doğru giderken, koridorlarda şakalaşarak kahkaha atan genç kızlara yurt görevlisi Necla ikazda bulunur. Biraz yüzleri gülse bu garibanlara olmadık cezalar veriyordu. Kimisine eliyle çamaşır yıkatıyor, diğerine bulaşık, öbürüne camları temizlettiriyordu. Mutlaka dediğini yaptıran, çok disiplin sahibi biriydi Necla. Bu durumdan çok sıkılan, pandemi nedeniyle okul ile yurt arasında gidip gelen, sosyal aktiviteleri olmayan genç kızlar, perşembe akşamından, hafta sonu tatil planlarını yapmaya başladılar.
Yatma vaktiydi, Leyla ile Berfin anlaşan çok iyi iki arkadaştı, aralarında konuşurken diğer arkadaşları da duyar, ranzalarından inip yanlarına gelirler. Güneşin dünyayı aydınlattığı erken bir vakitte, hep birlikte yurt görevlisi Necla uyanmadan Botan Nehrine, yüzmeye hafta sonu tatil ve piknik yapmaya gitmek için sözleştiler. Berfin ile Leyla gece aynı yatağa uzanıyordu, gözlerine uyku girmiyordu. Okulun son haftaları olduğu için, sınıf yoklamasından da yok yazılmayacak olmasına rağmen, ancak yurtta, bu defa hangi cezayı alacaklarını kestiremiyorlardı.
Leyla “olsun güneşin, kumun ve yüzmenin tarif edilemez duygusu karşısında, kaderimize razı olacağız artık.”
Berfin, “tamam neredeyse güneş doğacak bir saat uyuyalım” derken Leyla’nın sesi kesilmişti. O masum, bebek yüzlü arkadaşının üstünü örttü, saçlarını okşayıp, saatini erken vakte kurup başını yastığa koyduğu gibi uyumuştu. Aradan yarım saat geçmemişti ki, Leyla’nın sesiyle uyanan Berfin. Yastığından, kafasını kaldırdı, birkaç dakikalık gözlemden sonra, dudakları titreyen, tuhaf sesler çıkaran Leyla. Terler içinde inliyordu. Bir şeyler söylüyor can çekişiyor feryat ediyordu adeta.
Bu duruma daha fazla dayanamayan Berfin birkaç dakika sonra dürtüp, cimcik atarak, Leyla’yı yatağından uyandırıp kaldırdı.
– Hasta mısın, delirdin mi? Ne bu halin? diye sorar.
– Rüya görüyordum. Bir atın üstündeyim o kadar hızlı gidiyordu ki duramıyordum.
Rüzgarla birlikte yarışıyordu adeta, saçlarım gözlerimin önüne bir perde gibi örtülmüştü. Önümü göremiyordum. Çok korkmuştum, başıma kötü bir şeyler gelecek diye, kalbimin çarpıntısı ile paniklemenin doruğuna ulaşmıştım. O anda rüzgarla beraber koşan bindiğim at, kişneyerek durmuştu. Saçlarımı gözlerimin önünden elimle çekerek, niye durup kişnediğini anlamak için saçlarımı enseme attığımda göz göze gelmiştik. Karşımda beyaz elbiselere bürünmüş korkmanıza gerek yok, derken gözlerinin içi gülen, kendinden emin, oldukça sakin tavırlarıyla dikkatimi çeken, adamı gördükten sonra ben de biraz rahatlamaya başlamıştım.
“Öf be kardeşim bir rahat vermedin, tam adını bana söyleyecekti ki o sırada uyandırdın.” diyerek şakayla karışık sitemde bulundu.
Berfin, “Kalk elini yüzünü yıka artık kendine gel” bir yandan da perdeyi aralarken dışarının aydınlandığını görüp arkadaşlarını uyandırıyordu.
Sessiz bir şekilde gürültü çıkarmadan, yurt görevlisi Necla’ya yakalanmamak için dış kapının merdivenine kadar yalın ayaklarla yürüyerek bahçede ayakkabılarımızı giydik. Kalbimiz yerinden fırlayacak gibi oluyordu. Bir yandan tatil ve piknik yapacağımız için, mutluluktan diğer taraftan da, yakalanma korkusu ve alacağımız cezadan dolayı, açıkçası çok korkuyorduk. İl merkezinden Botan köylerine ve nehrin yakınından geçen bir otobüse bindik. Arkadaşlarıma bakıyordum, bazıları kafasını cama dayamış uyukluyor ben de ilk defa uzaktan gördüğüm, Botan vadisinin ,yılan gibi kıvrımlı görünüşü karşısında hayranlıkla baka kalmıştım. Sandığımdan daha geniş ve daha büyük, dağların arasından muhteşem görünüşü, sabah güneşinin aydınlatmasıyla muhteşem ve keşfedilmeyen bir cenneti andırıyordu. Leyla Botan Nehrinin yakınındaki bir köyde doğup büyüdüğü için, bu coğrafyayla ilgili merak ettiklerimi ona sormaya başladım. Bu kadar akıcı ve gür ses çıkaran eni geniş bir denizi andırıyor, desem yalan olmazdı. Bu su nereden geliyor?
Leyla: – Ulu çay diğer ismi (Botan) nehrini batıdan kuşatan, Siirt ve Van sınırlarını oluşturan yüksek dağlardan kaynağını alan akarsu, önce batıya ,sonra kuzey batıya doğru akar. Botan, Dicle nehrinin bir koludur. Toplamda yedi akarsuyun tamamını içinde barındıran bir nehirdir ve Dicle’ye akar. Daha da çok şaşırmıştım.
– Nehre Yaklaşık bir kilometre kala otobüsten indik. Her iki tarafın da bostanlar ekilen tarlaların içinden kavun, karpuzları traktörlere doldurup ana caddede bekleyen kocaman tırlara taşıyorlardı. Hayatımda bu kadar güzel kocaman domatesler görmemiştim. Bostancı Süleyman amcayla tanıştık. Girdiğimiz tarla da onundu. Irmağın kenarında boydan boya uzanan kocaman tarlada, neredeyse en güzel sebze ve meyveler mevcuttu. Süleyman amca ailesiyle beraber burada yaz boyu ırmak kenarında gölgelik ve barakalarda kalıyorlardı. Bizlere yetecek kadar erzak verdi. Canınızın istediği kadar çekinmeden bostandan her şeyi alabileceğimizi söyledi, açıkçası şehirden gelirken öteberi getirmemiştik. Cebimizde paramız da azdı, öğrenciydik. Bostancı’nın bu nazik davranışı karşısında çok mutlu olmuştuk. Böylece açlık sorunumuzu da halletmiştik. Vakit öğleye yaklaşmıştı. Çağlayan ırmağın büyüleyici sesi karşısında, bedenlere terden yapışan elbiselerimizde eklenince ,suya olan arzumuz da artmıştı .Muhabbetin anlamsızlığını ifade etmek istedim arkadaşlarıma, artık suya girelim.
Hep birlikte suya atladık, nehrin ortasında küçük bir adacık vardı. Oraya varmak için yarışa girdik. Çok geçmeden yüzerek varmıştık. Gözlerim Leyla’yı arıyordu. Bulamayınca diğer arkadaşlarıma sordum gören var mı? Irmağın kenarında çığlık sesleri bir anda yükselmeye başlamıştı, can arkadaşım, kardeşim akıntıya kapılmıştı. Çaresizce uzak mesafedeydik, ağlıyorduk, haykırıyorduk, feryat ediyorduk. Leyla suyun yüzüne çıkıp kayboluyor, dağlarda yankılanan imdat sesleri suyun kenarında toplanan insanlar, Allah rızası için biri suya atlamaz mı? ve Leyla son kez göründü. Suyun üstünde çok şiddetli akan yerin on metre kadar gerisindeydi.
Ümitlerin son bulduğu, tükendiği bir anda suya elbiseleriyle beraber atlayan birisini gördüm. Aklımıza gelen bütün duaları okuyorduk Allah’ım ne olur arkadaşımızı, kardeşimizi bize bağışla. Gözlerimdeki yaşlar, dudaklarımdan çıkan çığlık sesleri dağlarda yankılanıyor, Leyla’nın ölebileceği fikri dahi bizi deli ediyordu, ümitlerin tükendiği anda suyun üstünde bir karartı gözüktü. Kıyıya doğru gelen genç delikanlının kollarında yatan Leyla’yı görünce dizlerimize vurmaya devam ettiğimiz anda, arkadaşınız yaşıyor ,sadece çok su yutmuş diyen adam, yüzüstü yatırıp yuttuğu suları çıkarmaya çalışıyordu. Kendinden geçip çok korkmuş olsa gerek gözlerini açıp, açıp kapatıyordu Leylam. Bitkin düşmüş bedenini, Süleyman amca, gölgeliğin altına yatak serip yatırdı. Bizlere de acıkmışsınızdır diyerek, karnımızı doyurmak için ikramlarda bulundu.
Uzaktan gölgeliğe doğru koşarak bir adamın yaklaştığını görüyorduk. Bu adam bu sıcakta neden koşuyordu acaba? Meraklı bakışlar arasında yanımıza kadar gelmişti. Nefes almakta dahi zorlanan adam, Leyla’yı gören var mı? Diye sorunca, hepimiz şaşkın bakışlarla birbirimize bakarken, Süleyman amca, abi siz kimsiniz neden Leyla’yı soruyorsunuz? Gelin bir soluklanın, adam ben Leyla’nın babasıyım deyince hepimiz suçluluk duygusuyla birbirimize baktık. Leyla’nın dinlendiğini ve uyuduğunu söyledik. Çok şükür deyip derin bir oh çeken, babasının ne çabuk haberi olup gelmişti. – Berfin ne oldu ki? Amca derin bir oh çekmenize neden olanı merak ettik doğrusu …
Cuma namazı dönüşü eve geldim, uyudum. Bir rüya gördüm nasıl anlatsam size çocuklar, kızımın suda boğulduğunu tam da o anda bir telefonla uyandım. Sabah uyanınca yatılı kız öğrenci yurdunda bıraktığınız not üzerine, sizden sorumlu olan Necla hanım, beni arayıp ırmağa geldiğinizi söyleyince, evden çıktım ve Rabbime kızımı sağ salim gördüğüm için şükrettim. Bütün arkadaşlar şaşkınlıkla birbirimize baka kaldık…
Olayın doğrusunu anlattığımız sırada Leyla da gözlerini açtı ve baba kız birbirine sarıldılar, hüzün ve mutluluğu bir anda yaşıyorduk. Göz yaşlarımızı sildiğimiz anda, Leyla kurtarıcısını merak edip, teşekkür etmek için ayağa kalktığı sırada, gölgeliğin kenarında, sırtı dönük gence doğru yürürken, dönen delikanlının yüzü ona yabancı gelmemişti. Evet tebessümle bakan adam, rüyasında ismini soramadığı Süleyman amcanın oğlu Yusuf’ tan başkası değildi.