Yazarlık Atölyesi’nde Kalemden Dökülenler

Osman Şimşek – Boğaziçi Yönetim AŞ İdari İşler Şefi


Çocukluğunu Satan Çocuk

– Abi ışıldaklı balonlarım var; vereyim mi bir tane?
Güneş gözlüklerini saçlarına çekmiş, mavi kısa kollu gömlekli sürücü, penceresinde türeyen bu çocuğa bir müddet baktıktan sonra:
– Kaç liraya satıyorsun bunları?
– Sana 20 liraya olur, al bir tane de siftah…

Sözünü bitiremeden akmaya başlayan trafikle birlikte, sürücünün bir şey demeden gazlayarak uzaklaşması bir oldu. Tombul esmer yüzünün içinde, iki iri zeytin tanesi gibi duran gözlerine yansıyan sinirle, uzaklaşan arabadan duyulmayacağını bile bile “sana da hayırlı işler abi” diye seslendi. Eren, on üç on dört yaşlarında, yaşıtlarına göre biraz kısa, esmer bir çocuktu. Her öğle sonrası okul çıkışı önce eve gidip karnını doyurur; acıkınca yemesi için annesinin “ Tamam yavrum; dikkat et. Allah işini rast getirsin” duasıyla birlikte uzattığı ekmek arasını alır, bir labirenti andıran sokaklardan döne dolaşa trafiğin yoğunlaştığı ana caddeye çıkardı.

Saat 15.00’e doğru gelirken, Eren hızlı adımlarla babasının olduğu caddeye çıktı. İnsanların, bayram öncesi kaçmak için İstanbul’un kalbi gibi çalışan otogara aktığı ve oradan otobüslerle, şehri saran damarlardan Anadolu’ya pompalandığı sıcak bir İstanbul günüydü. Hava, asfalt üzerinde birbiri ardında motorları homurdar vaziyette bekleyen araçların egzozlarıyla, daha da boğucu bir hal alıyordu. Bu tablo birileri için işkence olsa da, birileri için ekmek kapısı, yeni bir geçim kaynağı olmuştu.

– Baba ben ışıldaklı balonları bıraktığın yerden aldım. Biraz ileriye doğru geçiyorum.
– Tamam; fazla açılma ama… Görebileyim seni.
– Tamam baba.

Sıcak bir ikindi vakti Eren, elindeki ışıldaklı balonlarla yolun ortasında dikilmiş sağından solundan ağır ağır ilerleyen araçlara bakmakta, balonlarını, öğretmeninin derste okuduğu hikâyeden esinlenerek, Donkişot’un mızrağı gibi gelen araçların dikkatini çekmek için sallamaktaydı. Trafiğin durma noktasına geldiği anda yavaşlayan ya da ona doğru bir bakış atan şoförün aracının peşine düşer, zaten açık olan pencereden elindeki balonları sürücüye uzatırdı. Bu, onun için o kadar sıradanlaşmıştı ki adımları aracın hızına yenik düşünceye kadar pazarlık devam ederdi. O kadar koşturduktan sonra balon almayan sürücülere içinden kızsa da, onun kitabında yılmak yoktu.

Gri tişörtünün üzerine terinin bıraktığı tuz lekeleri, uzaktan, kıyafetinin deseni gibi görünse de yanına sokulduğunuzda bunun gerçek bir alın teri olduğu anlaşılır; “Abi ışıldaklı balon almaz mısın, tanesi 20 lira ama sana 15 liraya veririm güzel abim; ne olur kırma beni” diye yalvarırken ağlamaklı gözlerinden, küçük yaşta yüklendiği bu sorumluluğu yerine getirememenin kaygısı okunurdu.

Saatin akşamüstü 18.00’i gıdıkladığı, güneşin, geri geri adımlarla küçülerek, terk ettiği bu tiyatro sahnesinde, yanına lüks bir araç yanaştı.

– Hey! Çocuk, bak bakalım buraya.
– Buyur abi.
– Kaça satıyorsun bunları?
– 20 tl abim ama sana 15 tl’ye veririm.

Eren bunları derken arka koltukta oturan beş-altı yaşlarındaki çocuğu ve annesini görmüştü. Şimdi hedef değiştirerek anneye seslendi. Bu sırada sürücü dikiz aynasından eşine bakıyordu.

– Abla vereyim mi ışıldaklı balon, çocuğunu sevindir.

Arka koltuktaki çocuğun “ba-lon ba-lon” diye tutturmasıyla, dikiz aynasından bakan sürücü, göz işaretiyle eşinin de onayıyla, biraz tebessüm ederek:

– İyi hadi, tamam ver bakalım bir tane. Bak patlamaz değil mi? Ben her gün bu yoldan geçiyorum, bulurum seni…
– Patlamaz abim benim; patlamaz. Hem salladıkça renk renk ışık saçar bunlar. Sevindir çocuğunu.

Trafik bazen duruyor bazen akıyor, Eren yaptığı her satıştan sonra babasına bakıyor ve onun gözlerinde, kendisiyle duyduğu gururu görmek istiyor, başka çocukları sevindirmek için çocukluğunu satıyordu.